Türkiye’de ceza mahkemelerinde iki duruşma arası yaklaşık 3-4 aydır. Ancak tutuklu ceza davalarında tutukluluk incelemesinin 30 günde bir evrak üzerinde yapılması gerekir.
Otuz günlük süreler halinde yapılan incelemeye halk arasında ara duruşma denilmektedir.
Örneğin, 01.03.2021 tarihinde yapılan duruşmadan 30 gün sonra, halk dilinde “ara duruşma” veya “ara mahkeme” olarak adlandırılan, tutukluluğun evrak üzerinden incelenmesi işlemi 31.03.2021 tarihinde yapılacaktır.
Uygulamada sanık bu aşamada hükmen tutuklu olarak nitelendirilmekte, tutukluluğun mahkumiyet kararına bağlı bir tedbir olduğu kabul edilmektedir.
Özetle; Tutuklama tedbiri, kişinin özgürlüğünü ciddi derecede sınırlayan geçici olmak üzere istisnai bir önlemdir. Bu nedenle tutuklama şartlarının bulunup bulunmadığı her aşamada titizlikle incelenmeli bu nedenle de belirli aralıklarla tutukluluğun devamı yönünde karar alınıp alınmadığına dair yeni kararların verilmesi zorunlu tutulmuştur.
Tutukluluğun gözden geçirilmesi tahliye verilmesi sonucunu doğurabilir. Bu nedenle önemli bir kurumdur. Titizlikle dosyanın incelenmesi ve şüpheli/sanığın tam ve eksiksiz savunma yapması gereklidir.
Son olarak tutuklama süresi beklenmeden cumhuriyet savcısı resen şüpheliyi bırakabilir. Tutuklama yetkisi bulunmayan savcıya resen şüpheliyi bırakma yetkisi tanınmıştır. Yani tutukluluğun gözden geçirilmesi tahliye kararı verileceği gibi savcının resen tahliye kararı vermesi de mümkündür.
Gerek savcılık aşamasında gerekse ceza davası aşamasında tutuklu bulunan şüpheli veya sanık hakkında tutukluluğa itiraz ve tahliye dilekçesi hazırlanırken ceza yargılamasında yer alan hukuki dayanaklar somut deliller ve olay örgüsü ile birlikte işlenmelidir.
Tutukluluğa itiraz ve tahliye dilekçesi çok kısa ya da çok uzun olmamalıdır. Anlam bütünlüğü bakımından tekrardan kaçınılmalı ve kronolojik bir biçimde somut olay irdelenmelidir. Soruşturma aşaması yahut kovuşturma aşamasındaki usuli eksikliklere veya esasa ilişkin itirazlara tutukluluğa itiraz ve tahliye dilekçesinde mutlaka değinilmelidir. Sonradan ortaya çıkan delillere yahut sunulmamış olan masumiyeti ispata yarar nitelikteki belgelere mutlaka değinilmeli ve tutukluluğa itiraz ve tahliye dilekçesine eklenmelidir.
Şikayet
TCK Madde 139
(1) Kişisel verilerin kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme ve verileri yok etmeme hariç, bu bölümde yer alan suçların soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlıdır.
YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ
Esas: 2014/11530 Karar: 2015/584 Tarih: 19.01.2015
TCK 139. Madde
Şikayet
Sanıkların, mağdurla arkadaşlık kurdukları ve mağdurun, internet ortamından rızası ile gönderdiği çıplak fotoğraflarını flash diske kaydedip, babası M. ‘ye vermek suretiyle ifşa ettiklerinin iddia edildiği olayda; mağdurun, cinsel ve fiziksel mahremiyetine ilişkin çıplak görüntüleri kişisel veri kapsamında değerlendirilemeyeceğinden, eylemin, kişisel verilerin kaydedilmesi suçunu değil, TCK’nın 134/1. maddesinin 2. cümlesi ve 134/2. maddesine uyan özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarını oluşturacağı, bu suçların, aynı Kanunun 139/1. maddesi uyarınca soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olup, mağdurun, soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki ifadelerinde, sanıklardan şikayetçi olmadığı anlaşıldığından, sanıklar hakkında açılan davanın düşmesi yerine sanıkların mahkumiyetine hükmedilmesi,
SONUÇ : Kanuna aykırı olup; hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, yeniden yargılama gerektirmeyen bu hususta aynı Kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanıklar hakkındaki davaların şikayet yokluğu nedeniyle TCK’nın 73,, 139 ve CMK’nın 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE, 19.01.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Fuhuş, bir kimsenin para karşılığında başka bir kimseyle cinsel ilişkiye girmesidir. Kişinin fuhuş yapması 5237 sayılı TCK’da suç olarak düzenlenmemiştir.
TCK’nın 227. maddesine göre fuhuş suçu olarak nitelendirilerek cezalandırılan suçlar şunlardır:
ÖNEMLE BELİRTMEK İSTERİZ Kİ:
Telefon veya internet sitesi üzerinden cinsel ilişkiye dair yapılan konuşmalar fuhuş suçu olarak kabul edilemez ancak menfaat karşılığında fiziki olarak cinsel birliktelik fuhuş kapsamında değerlendirilmektedir.
Fuhuş suçları nedeniyle yargılama yapma görevi, asliye ceza mahkemesi tarafından yerine getirilir.
Fuhuş suçunun mağduru esas itibariyle kendisine fuhuş yaptırılan kişi olmakla birlikte, kanun koyucu fuhuş yaptırılan kişinin yaşına göre ikili bir ayırım yapmaktadır. Buna göre, maddenin birinci fıkrası yönüyle 18 yaşından küçükler mağdur olarak kabul edilirken, ikinci fıkra yönüyle yetişkinler mağdur olarak kabul edilmiştir. Mağdur olan kişinin cinsiyetinin bir önemi bulunmadığından, dolayısıyla erkekler dahi kadınlar gibi suçun mağduru olabilecektir.
Fuhuş suçları, şikayete tabi suçlar arasında yer almadığından savcılık tarafından resen soruşturulur, bu suçlara dair herhangi bir şikayet süresi yoktur.
Fuhuş suçunun taksirle işlenmiş olması mümkün olmayıp kasten işlenen bir suçtur. Kasten işlenen suçlarda alınan hapis cezası paraya çevrilemediği gibi fuhuş suçunda da hapis cezasını para cezasına çevirmek mümkün değildir.
Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır.
Üst sınır açısından ise cinsel taciz suçunun üst sınırı uygulanır. Özellikle belirtelim ki; arabada öpüşmek veya sokakta sarılmak gibi fiiller teşhircilik suretiyle hayasızca hareketler suçu olarak değerlendirilemez. Teşhircilik suçunun cezası; 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezasıdır.
Fuhuş suçunun mağdur sayısınca suç oluşturacağı gözetilmeden sanık hakkında tek suçtan mahkumiyet kararı verilmek suretiyle eksik ceza tayini, Sanık hakkında belirlenen gün para cezasının adli para cezasına çevrilmesi sırasında uygulama maddesinin gösterilmemesi suretiyle C.M.K.nın 232/6. maddesine aykırı davranılması hukuka aykırıdır (Y. 14.Ceza Dairesi – K.14/2070).
…birlikte oldukları şahıslarla kaldıkları otelden sabah erken saatlerde kaçarak emniyete müracaat etmeleri şeklindeki olayın intikali, mağdurelerin ifadeleri, sanıklara ait evde yapılan aramada bulunan mağdurelerin gittikleri müşterileri ve aldıkları parayı yazan defter kayıtları, sanık beyanları ve tüm dosya içeriği karşısında sanıkların atılı fuhuş suçlarından mahkumiyetleri yerine yazılı gerekçeyle beraatlerine hükmolunması hukuka aykırıdır (Y. 14.Ceza Dairesi – Karar: 13/6970).
…fuhuşu kendi istekleri ile yaptıklarına dair beyanları, mağdure S.’nın daha önce başka kişilerin yanında da fuhuş yaptığını belirtmesi, mağdure K.’nın iki kere fuhuş yaparken yakalanıp yurda yerleştirilmesine rağmen buradan kaçarak fuhuş yapmaya devam etmesi ve tüm dosya kapsamına göre, yanlış değerlendirme ile sanıklar hakkında T.C.K.nun 3/1 ve 61. maddeleri uyarınca orantılılık, hak ve nesafet ilkelerine aykırı olarak üst sınırdan ceza verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 5. Ceza Dairesi – Karar No.2011/3055).
Miras hukuku, kişilerin ölümünden hemen sonra onlardan kalan malların kendi vasiyetleri doğrultusunda veya yakınlarına kalacak şekilde devrinin olmasıdır. Tasarruflarının tümünün ölümünden veya gaiplik noktasından hemen sonra ölüm karinesinin çıkarılması ile ortaya konacaktır. Bu durumda borçlarının veya alacaklarının, mallarının tüm paylaşımı yakınlarına veya miras bıraktıkları kişilere yönelik olacaktır. Özel bir hukuk dalı olarak günümüzde kendini gösteren bir daldır. Mirasın kanunla belirleniyor olması da hukukun üstünlüğünün bir göstergesi olacaktır. Miras hukuku genel bir Avrupa hukukudur. Burada medeni kanunlar ile düzenlenme şansı bulmuştur. Miras bırakandan kalanların tamamının devri işlemlerinin veraset işlemlerinin kimi ülkelerde farklı kararlar ile alınması ise farklı sistemler olarak kendini göstermiştir. Ülkelerde bulunan noterliklerde oluşan ve bu bölgelerde bulunan nüfus kayıt sistemleri ile ortaya konan belgeler olmuştur. Miras ile ilgili olan birçok konum vardır.
Miras sadece ölen kişinin ardından mallarının paylaşılması değildir. Gaiplik süreleri de bu konuda önemlidir. Gaiplik süresi söz konusu olan kişilerin ardından mirasçıları ölüm karinesi çıkartarak konu hakkında hakları üzerinden bir ölüm anı noktası belirleyecektir. Bunun ardından ise doğma meselesinin emen ardından söz konusu konu büyük bir önem arz edecektir. Ölüm ise saati dakika cinsinden yazılması ile o sırada ana rahmine düşmüş olduğu ceninin de hak sahibi olduğunu söylemek gerekecektir. Birilkte yapılan ve bir kaza da ölen kişinin açısından se farklı bir mirasçı noktası belirlenecektir. Bu durum ise aynı anda ölen kişilerin birbirlerine mirasçı olması durumu söz konusu olmayacaktır.
Miras devrinin yapılması için ilk ilam olarak belirlenen işlem ise veraset ilamıdır. Bu ilam ile danışman avukatlarınızın yardımıyla Sulh Hukuk mahkemelerine başvuru yapacaksınız. Mahkemece açılan davada ise veraset ilamı görüşülecektir. Yeni kanun gereğinde gerçekleşen tüm veraset usullerinin noterden onay alması gerekir. İkinci yol ise ekonomik ve hızlı bir çözüm olarak karşımıza çıkacaktır. Önceden bu işlemin hem zaman hem de maliyet fazlalığı olarak karşımıza çıkması noter ile çözüme kavuşmuştur. Noter tarafından düzenlenen belge ile yanlışlık olup olmadığı konusu görüşülecektir. Noterde yaşanan herhangi bir sorun veya yanlışlık itirazını yine Sulh Hukuk Mahkemelerine başvuru yaparak düzeltilmesini talep edebilirsiniz.
Veraset ilamı içni sizlere hem hak sahibi olmak hem de hak organlarını belirlemek açısından tereke üzerinden bir işlem yapma yetkisi söz konusu olacaktır. Bunun için veraset ve intikal vergisi ödeme noktası geçerlilik kazanacaktır. Bu verginin miras kalan kişi tarafından ödenmesi veya kalan mallar üzerinden yüzde 15 oranında ödenmesi gerekir. Hak oranları ise yine kişilerin belirtilmesi üzerine kanunla düzenlenmiştir. Miras hukuku dâhilinde gerçekleşen kanuni mirasçılık ve atanmışlık yetkisi noktasında kendi içnide bölümlere ayırılacaktır. Bunlar hakkında ise gerçek düzenleme yine miras hukuk alanında gerçekleşmiş ve düzenlenmiştir. Velayetname veya ölüme bağlı olan tasarruf işlemleri adı altında ikiye ayrılan bu noktada ise yine ölüme bağlı olan tasarruflar konusunda bu paraya dokunulması noktası yasaklanmıştır.
Medeni kanunla düzenlenmiş olan ve ölen kişinin hemen ardından yapılan miras paylaşımı noktasında torunları ve devamı olan zümre mirasçıları noktası vardır. Bunlar için oluşturulan zümre sisteminde birinci ve ikincilik esası alınacaktır. İlk olarak en yıkın olan ve alt soyu olan kısımlar önemlidir. Çocuklar, torunlar, torunların çocukları, çocukluların torunları ve devamı olarak devam eden noktalardır. Miras bırakının alt soyu her zaman 1. Zümreyi oluşturur. Bu kısım ise üst soylar olarak bilinen miras bırakana da yakınlık derecesi de ortaya konacak olan kanunla düzenlenmiş olan alanlardır. Miras bırakan açısından diğer zümre ise 2. Zümre olarak belirlenir. Bu noktada ise birinci sırayı kendi anne ve babası, yeğenleri, bunların çocuk ve torunları ile devamı alacaktır. 3. Zümre olarak belirlenen bir noktada vardır. Burada ise önemli olan büyükanne ve büyük babaları ile bunların çocuklarından oluşan kısımlar, amca dayı hala teyze ve kuzen kısımları bu noktada etkili olan adımlardır. Son zümre olan 4. Zümre ise büyük ana ve babalar ile büyük ananın ana ve babaları olarak belirlenmiştir. Alt soy olarak nitelenen bu kısımda belirli düzenlemeler vardır. Kesin olarak son zümre olan 4. Zümreye kanunla ilgili olarak miras hakkı tanınmayarak geri çekilmiştir.
Ölen kişinin ardından 4 kişiden oluşan bir ailede eşe 1/4 oranında bir düzenleme getirilmiştir. Geri kalan çocuklardan ise orana katılanlar arasında her biri için mutlaka 3/8 pay bırakılması karar kılınmıştır. Aynı şeklide evli olan ve karısından çocuğu olmayan kişinin eğer iki kardeşi varsa burada eş yarı oranda bir pay alır. Geri kalan kısım ise iki kardeş arasında pay edilerek bölüşür. Kişinin eğer eşinden başka tek yakını dayısı olarak belirlenmiş ise bu konuda sistem gereğince eşinin herhangi bir pay alması durumu söz konusu değildir. Burada tam olarak eş birinci zümre olduğu için tüm miras karısına kalacaktır. Pay sahibi olma konusunda kanunda açık olarak 1. Zümre olan karısının 4. Zümre olan dayısı ile eş değer olmadığı görülen ayrımlar arasında olacaktır.
İş hukuk dünya çapında işçi haklarını koruma kapsamında oluşturulmuştur. Bu kapsamda çalışma koşulları, işçi ücretleri, işçi sendikaları, işveren ve işçi ilişkilerini koruma gibi konuları bulunan bir hukuk dalı olmuştur. İş hukuk genel kapsamıyla Kara Avrupası hukuk sistemleri içinde kendini gösteren bir dal olarak gelişmiştir. Burada genel bir milli iş kanunu kapsamında belirlenen ve düzenlenen kapsamlara sahiptir.
Asliye hukuk mahkemelerinde veya asli mahkeme niteliğinde bulunan iş mahkemelerinden kendini gösteren bir alandır. Burada genel konuların belirlenmesi için belirli komisyonlar oluşturulmakta, sendikalar ile yasal olan haklar koruma altına alınmaya çalışılmaktadır. Genel kapsamı ille işçi sendikaları ve işveren işçi ilişkileri genelinde bir koruma ve inceleme gerektiren hukuk dalı olma niteliğini sürekli olarak koruma koşulu içindedir. İş hukuku kara Avrupası hukuk isteminde genel olarak düzenleme gerektiren bir nitelik taşıyan önemli bir alandır.
İş hukuku genel olarak tüm dünya ülkeleri tarafından incelenmeye konu olmuş olan noktalar içerir, çalışma hayatını düzenleyen ve önemli bir rol içeren noktaları kendi içinde hazırlar. İş hukuku kapsamında genel ilkeler ise ülkemizde kapsam olarak uygulanan önemli detaylara hâkimdir. Ancak dünya geneline bakıldığı zaman işçi haklarının savunulması konusunda yeterli kalınmayan noktalar mevcuttur. Kişilerin genel ve geniş kapsam niteliği içinde sunmuş oldukları yapılar büyük bir dava çoğunluğu gerektirir. Bunun en temel nedeni ise genel kapsama dair olan her türlü niteliğin önemli ölçülerde incelenirken sorunların ortaya çıkması olacaktır.
İş hukuk hakkında detaylara bakıldığı zaman bunlar alan olarak genel bir temel oluşturur. İş hukuku kapsamını büyük bir çoğunluk esası hakkında bilinmesi gereken koşullar oluşacaktır. İşçi ve maaş kıdem tazminat ihbar gibi alanlar oluşturulacaktır. Bu kapsamda işe iade ve iş kazaları ise genel kapsama giren konular arasında yerini alır. İşçilerinin hakkını savunan bir ülkede kesin ve net bir şekilde gelen bir sömürülme de ortadan kalkacaktır.
İşçilerin haklarına dair korumalar hemen her ülkede mevcut olsa da bazen sorunlar işçi ve işveren arasında kendini göstermektedir. Burada işçi maaş ve kıdem tazminatı konusunda kanunla korunan haklarına erişmek isteyecektir. Bu konuda bir diğer dava ise işe iade konusu olacaktır. Haklarını haksız yere kaybeden bir işçinin tüm haklarını geri alması konusunda yardım niteliği taşıyacaktır. İşçinin iş kısmında önemli bir kaza geçirmesi ve bu konuda tedbirin alınmadığının ispatının yapılması sonucunda davları özetlemek gerekecektir. Bu konuda davaları kısa yollu olarak özetlemek gerekirse, alan olarak geniş bir noktaya sahip olduğunu söylemekte yarar vardır. Yurtdışı işe giriş tarihinin türkiye sahasında da kabul görmesi konusunda da işçi işveren davaları mevcuttur. Yurtdışı borçlanmalar ve çalışmanın tespiti konuları da yine bu alanda düzenlenen davalar kapsamında kendini gösterir. Maaş konusunda yaşanan sorunların ise genel kapsamı ile düşünülmesi yine bu alanda ortaya konan olaylardan biridir.
İşçilerin haklarının savunulması konusunda belli başlı alanlar ve savunma noktaları vardır. Maaş konusu bu noktada belirleyici olacaktır. Çalışanlarına yeterince önem vermeyen ve maaşlarını ödemekte sorun çıkaran işveren konusunda açılan bu davalar işçilerin ispatı söz konusu olan davalardır. Bu konuda ise yazılı veya sözlü olarak belirlenen rakamların iletilmesi söz konusu olacaktır. Ancak bu bedelin ispat yükünün olması gerekir. Hukuka aykırı olan hiçbir noktada yardım yapılmayacaktır. Bu nedenle de kanunda öngörülen tüm sürelerin ise ödenmemesi durumu alacağın tahsili konusunda önemli bir dava türü olarak karşımıza çıkacaktır.
Kıdem tazminatı konusunda işverenin sorun çıkarması üzerine işçinin hakkını araması davası olarak nitelenebilir. Bu konuda kanunda düzenlenmiş ve korunmuş olan haklar vardır. İşçinin kıdem ve ihbar tazminatı konusunda ciddi bir potansiyel olarak kendini bağlayıcı alanlara sokması gerekir. Kıdem tazminatı alabilmek içinde mutlaka belli kanunlara ihtiyaç vardır. İşçiler tarafından açılması gereken bir dava olması niteliğini de taşımaktadır. Davanın önemli olan noktaları mevcuttur. Alacaklarının ödenmediği takdirde işçilerin açmaya yetkili olduğu önemli davalardan biridir.
İşçinin haksız yere işten çıkartılması durumunda işe geri dönmesi amacı ile açılan davalardan biridir. Bu davanın açılması noktasında ise işverenin kanunda yer alan işçi çıkarma kurallarına uygun olan bir işlem yapması gerekir. Aksi halde davayı açan işçinin kazanmaması için hiçbir neden kalmayacaktır. Bunun yanı sıra belli bir süre işverenin yanında çalışma zorunluluğu da mevcuttur.
İşverenin kaza sonrasında işçiye destek olmaması ve kaza sonrasında hayatını kaybetmesi dolayısıyla ailesine gerekli olan tazminatı ödememesi durumunda ortaya çıkan sorundur. Bu sorun ile dava açma hakkı işçinin eline geçecektir. İşveren çalışırken hayatını kaybederse bu konuda sorumlu olan şirket veya işverenin mutlaka bu tazminatı ödemesi gerekir.
İşçi için hizmeti konusunda bir tespit davasının açılması gerekecektir. Emrinde yapılan çalışmaların ise işveren ile resmi kurumlar arasında olan bildirim anlaşmazlık sonucunda ortaya çıkar. Sosyal güvenlik kurumlarının bildirilmesi ile çalışmanın bildirimlerinin oluşmaması durumunda ortaya çıkan bir sorundur. Bunun yanı sıra hizmet davasının tespiti içinde kayıtlarda düzeltme yapılabilme durumu olacaktır.
Zimmet suçu, kamu görevlisi olan şahsın görevi nedeniyle zilyetliği kendisine verilmiş olan veya gözetimiyle sorumlu olduğu mallar üzerinde görev çerçevesine aykırı bir şekilde tasarrufta bulunması, bu malları kendisinin veya irtibatlı bulunduğu bir başkasının zimmetine geçirmesidir.
Zimmet suçu; rüşvet suçu , irtikap suçu ve görevi kötüye kullanma suçu ile karıştırılmamalıdır.
Zimmet suçu oluşması için belli koşullar gerekir. Zimmet suçunun şartları;
Kamu görevlisi, zimmet suçunu işlediği sırada veya işledikten sonra suçun ortaya çıkmaması için ayrıca hileli davranışlar sergilemişse nitelikli zimmet suçu meydana gelir. Yapılan hileli davranış, aldatıcı nitelikte olmalı ve zimmetin açığa çıkmasını önlemeye yönelik olarak yapılmalıdır.
Bir diğer deyişle hile, suçun delillerini gizlemeyi amaçlamalıdır.
Hileli davranış basit bir denetim, araştırma veya karşılaştırma ile ilk bakışta kolayca ve kesin bir surette anlaşılabilecekse nitelikli zimmet suçu değil, basit zimmet suçu meydana gelir. Zimmet veya miktarının ilgili kurumca tutulan kurum içi kayıtlardan anlaşılması halinde de nitelikli zimmet suçu işlenmiş sayılır. Nitelikli zimmet suçu işlenmesi halinde suçun cezası ağırlaşmakta olup yazımızın devamında ceza miktarına yer verilmiştir.
Zimmet suçu için dava zamanaşımı süresi 15 yıl olup bu süre içerisinde suçun öğrenilmesi ile soruşturma başlatılır. Suç şikayete bağlı suçlar kapsamında olmadığından soruşturma makamı tarafından re’ sen soruşturularak yeterli şüphenin varlığı halinde kovuşturma süreci başlatılır.
Zimmet suçunda, soruşturma izni alınmasını öngören 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanmaz ve Cumhuriyet savcıları doğrudan soruşturma yapabilir.
Zimmet suçuna ilişkin yargılamaya bakmakla görevli ve yetkili mahkeme suçun işlendiği yerde bulunan Ağır Ceza Mahkemesidir.
Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız üzere zimmet suçu sadece kamu görevlileri tarafından işlenebilen özel nitelikli bir suçtur. Ayrıca 4483 sayılı kanunun kamu görevlileri hakkında soruşturma izni alınmasına dair hükümlerine tabi değildir. Zimmet suçundan sanık olarak yargılanan kişinin alanında uzman bir ceza avukatıyla çalışması oldukça önemlidir. Zimmet suçu nedir, zimmet suçu şartları neler ve zimmet suçu zamanaşımı nasıl olur gibi soru ve talepleriniz için bizimle iletişime geçebilir, alanında uzman avukatlarımızın yardımından faydalanabilirsiniz.
….Müdürlüğü’nde gişe memuru olarak çalışan T’nin kendisine sanık S. tarafından gerçekte herhangi bir para gönderilmediği halde evrak üzerinden para gönderilmiş gibi posta çekini kabul ederek sanık K’in kasa açığını gizlemesine yardım ettiği, sanık … …‘in de sanık …‘in zimmet eylemini işlemesine yardım ederek sanık … tarafından gerçekte 1.000 TL para gönderildiği halde sayımda denkliği sağlamak için 46.000 TL para gönderilmiş gibi işlem yaptığı dosya kapsamı ile sabit olduğu, bu itibarla sanık … …‘in bütün eylemlerinin bir suç işleme kararının icrası kapsamında zincirleme biçimde basit zimmet, sanık …‘nin eyleminin ise sanık …‘in zimmet eylemine yardım etme suçunu oluşturduğu gözetilmelidir (Yargıtay 5. Ceza Dairesi – Karar : 2016/4863).
Yargıtay 5. Ceza Dairesi
Esas : 2014/8872 Karar : 2017/2999
Karar Tarihi : 06.07.2017
ÖZET : İsnatların sübutu halinde zimmet suçunu oluşturabileceği bu nedenle, delillerin takdir ve tartışmasının, davaya bakmanın 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 12. maddesi uyarınca Ağır Ceza Mahkemesi`nin görevi kapsamında bulunduğu gözetilip görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması, hatalıdır.
DAVA : Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
KARAR : İddianame içeriğindeki “… 2008 yılı yevmiye defterinde, 12/03/2008 tarih, … yevmiye maddesiyle su arıza bedelleri ödemesi için kasadan 2.05.00 TL çıkış yapıldığı, yevmiye maddesine esas 12/03/2008 tarih, 2-000016 numaralı tediye fişi ekindeki belge incelendiğinde şantiye şefi … ve su arızalarını yapan … tarafından imzalanan yazı ile … Emk. İnş.ın Altyapı Geçici Kabul Eksikliklerinden dolayı firmadan 2.050.00 TL tahsil edilmesi gerektiğinin belirtildiği, … İnş.
tan 2.050.00 TL tahsil edilmesi gerektiği belirtildiği halde kooperatifçe su arızaları için ödenen bedel adı altında kasadan 2.050.00 TL çıkış yapıldığı ancak ödemenin kime yapıldığına dair tediye fişi altında hiçbir belge konmadığı anlaşılmakla, 2.050.00 TL`nin yönetim kurulu üyeleri …, …, … … zimmetinde olduğu,
2007 yılı yevmiye defterinde 05/03/2007 tarih, 82 yevmiye maddesinde noksan ahşap işleri için … 250,00 TL, … 250,00 TL olmak üzere toplam 500,00 TL ödendiğine dair kasadan çıkış yapıldığı, yevmiye maddesine esas 05/03/2007 tarih, 2-… numaralı tediye fişinin incelenmesinde, yevmiye defteri kayıtlarına uygun hesap kayıtlarının yapıldığı ancak … ve … adlı şahıslar için düzenlenen makbuzların tediye fişi ekinde bulunmadığı, 07/03/2007 tarih, … yevmiye maddesinde yine noksan ahşap işleri için … 250.00 TL, … 250.00 TL olmak üzere toplam 500,00 TL ödendiğine dair kasadan çıkış yapıldığı, yevmiye maddesine esas 07/03/2007 tarih, 2-… numaralı tediye fişinin incelenmesinde, yevmiye defteri kayıtlarına uygun hesap kayıtlarının yapıldığı, tediye fişi ekinde … adına düzenlenen 11 numaralı makbuz, … adına düzenlenen 10 numaralı makbuzun ekinde bulunduğu anlaşılmıştır.
Bu şekilde aynı iş için aynı şahıslara biri makbuzsuz, diğeri makbuzlu olmak üzere kasadan 1.000.00 TL çıkış yapılmıştır. 05/03/2007 tarih, … numaralı tediye fişi ile makbuzsuz olarak yapılan 500.00 TL ödemenin kooperatif yönetim kurulu üyeleri …, …, …nın zimmetinde olduğu…“ şeklindeki isnatların sübutu halinde zimmet suçunu oluşturabileceği bu nedenle, delillerin takdir ve tartışmasının, davaya bakmanın 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 12. maddesi uyarınca Ağır Ceza Mahkemesi
nin görevi kapsamında bulunduğu gözetilip görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması,
SONUÇ : Kanuna aykırı, sanıklar müdafiileri, sanık … ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükümlerin 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK
nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 06.07.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Herhangi bir suç sonucunda zarar gören kişi siz iseniz, işlenmekte olan veya işlenmeye devam eden bir suç söz konusu ise bu durumu savcılığa şikayet edebilir ve ilgili kişiler hakkında soruşturma başlatılmasını isteyebilirsiniz. Elbette şikayetinizi oluştururken iddianızı ispat etmeye elverişli tüm delillerinizi usulüne uygun şekilde savcılığa sunmuş olmanız önemli. İspata elverişli delilleri veremezseniz, ya da bu delillerin ne şekilde toplanacağına dair yeterli bilgi veremezseniz bu sefer iftira atma suçu ile muhatap olabilirsiniz
Bu bahsettiğimiz konularda elbette kanuni zorunluluğunuz olmasa da bu işi meslek olarak yapan ve eğitimini görmüş insanlarla yani avukat ile sürecinizi yürütmeniz sizin için en faydalı şey olacaktır.
Yeni Türk Ceza Adaleti sisteminde kişinin kendisini ceza davalarında avukat ile temsil ettirmesi çok önemli bir hal almıştır .Ceza Mahkemelerinin verdiği kararlar “kesin delil” niteliğindedir. Bu nedenle olumlu sonuç alınan bir ceza davası sonrasında uğranılan zararlara ilişkin genellikle ek bir tazminat davası açılmaktadır. Bu davada da problem yaşamamak adına ceza mahkemesinde verdiğiniz beyanların ve sunduğunuz delillerin sizi bağlayacağı gözetildiğinde ceza davalarındaki hukuki yardım daha da önem arz etmektedir.
Sulh ceza, asliye ceza ve ağır ceza dava süreçlerini hukuki yardım alarak avukatla geçiren kişi sorgu ve gözaltı aşamasından tutukluluk aşamasına kadar süreci sağlıklı takip etmiş olacaktır. Bir suçun oluşması için gerekli unsurlar tüm ayrıntıları ile ele alınmaktadır. Bu nedenle adli kontrol aşamasında dahi bu husus oldukça önem arz etmektedir.
Her ceza dosyasının gerektireceği emek ve özen farklıdır. AAÜT gereğince belirlenen taban ücretleri ceza davasına vekaletname sunan avukatın ücretleri ceza davası türüne göre ücret çeşitleri açıklanmıştır. Avukat dosyaya vereceği emeğe göre ücretlendirme yapacaktır. Ortalama olarak ceza hukuku alanında çalışan avukatlarının kanunen alabileceği en düşük ceza davaları ücretleri için resmi gazetede yayınlanan tarifeye bu linki tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Ceza davaları mahiyeti gereği kişinin kariyerini ve geleceğini etkileyebilmektedir. Özellikle Gaziantep’te ceza davaları sayısı oldukça yüksektir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak insanların arayış içinde oldukları görülmektedir.
İnsanlar, değişik nedenlerle kendini savunurken bir başkasının yardımını isteyebilirler. Bunlardan biri olan savunma ve müdafaa, karmaşık bir yapıya sahiptir. İçinde pek çok kavram vardır. Olayı kavramak, onu hukuk diline çevirmek, yürürlükteki hukuk kuralları içinden olaya uygun kuralı bulmak, yazmak, sözle anlatmak, istemde bulunmak, gerekli itirazları yapmak bu kapsamda yapılması gerekenlerin en basit şeklidir.
Ceza davalarında avukatsız olarak bir vatandaşın bunları yapması, vatandaş ne denli yetenekli ve birikimli olursa olsun zordur. Bu oldukça karmaşık ve teknik bilgiyi gerektiren yapı içinde bireyin hak kaybı kaçınılmaz hale gelir.
İşte bu nedenle vatandaşı, ceza davalarında bir avukatın savunmasına gerek vardır.
Bu konu hakkındaki benzer makalelerimiz için tıklayın
Özet : B sınıfı sürücü belgesi ile otomobil kullanılmasının, D1 sınıfı sürücü belgesi ile de minibüs ve otomobil kullanılmasının mümkün olduğu, sanık hakkında TCK’nın 53/6. maddesindeki hükümlerin uygulanmasına karar verilirken, yargılamaya konu kazayı idaresindeki otomobil ile yaptığı, bu nedenle sanığın somut olaya konu taksirle öldürme suçu sebebiyle F, B1, M sınıfı sürücü belgelerinin geri alınamayacağı gözetilmeden ve sanığa ait sürücü belgesinin sınıfı belirtilmeden, ilgili madde hükmünün amacına aykırı şekilde sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilmesi:
Yargıtay 12. Ceza Dairesi
Esas : 2020/826 Karar : 2020/3055
Karar Tarihi : 04.06.2020
Mahkemesi : Ceza Dairesi
Suç : Taksirle Öldürme
Hüküm : TCK’nın 85/2, 22/3, 62/1, 53/6, 63. maddeleri gereğince mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurularının esastan reddi
Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hükme yönelik, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda 15.10.2019 tarihli, 2019/4176 Esas – 2019/1746 Karar sayılı ”istinaf başvurularının esastan reddine” ilişkin karar sanık müdafii ile katılanlar vekilleri tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
24 Aralık 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 100. maddesi ile CMK’nın 299 maddesinde yapılan değişiklik neticesinde, her ne kadar sanık müdafii duruşmalı temyiz isteminde bulunmuş ise de, duruşma açılmaksızın, dosya üzerinden yapılan incelemede;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafii ile katılanlar vekillerinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1-Dosya içeriğine göre olay gecesi sanığın sevk ve idaresindeki otomobille, hız sınırının 82 km olduğu meskun mahalde, ortadan metro tüneli geçen refüjle bölünmüş tek yönlü, çift şeritli, virajlı cadde üzerinde sol şeritten seyri sırasında direksiyon hakimiyetini kaybetmesi ile, yolun sağ tarafına doğru kayan aracın sağa yönelen 55 metre fren izi ile yolun sağ tarafındaki yan yol otobüs durağında kaldırımda araç bekleyen yayalara ve sonrasında da otobüs durağı ile demir bariyerlere çarpması sonucu yayalardan birinin yolun alt kısımlarındaki yeşil alana düşmesi şeklinde meydana gelen ve bir kişinin ölmesi, bir kişinin de hayat fonksiyonlarına orta ve 3. derece etkili kemik kırığı meydana gelecek şekilde yaralanması ile sonuçlanan olayda, taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK’nın 61/1. ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kusuru, meydana gelen zararın ağırlığı, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve zaman nazara alınmak suretiyle aynı Kanun’un 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekmekte olup, dava konusu olayda sanık tamamen kusurlu olmakla birlikte bir kişinin ölmesi, bir kişinin de nitelikli yaralanması, maddede öngörülen cezanın alt sınırı nazara alınmak suretiyle, cezada orantılılık ilkesi ile adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun bir cezaya hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, alt sınırdan çok fazla uzaklaşılarak teşdidin derecesinde yanılgıya düşülmek suretiyle sanık hakkında fazla ceza tayini;
2-Olaydan 188 dakika sonra yapılan ölçümde 0.60 promil alkollü olduğu ve dosyada mevcut Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulu raporuna göre olay sırasında 1.07 promil alkollü olduğu tespit edilen sanığın, olay sonrası yapılan incelemede aracının hızının 102 km/saat takılı kaldığının belirlendiği, sanığın aşamalardaki savunmalarında; olay gecesi aracı ile seyir halinde iken, başka bir araçla yanından geçen arkadaşlarına yetişmek için birden hızını arttırdığını ve en sol şeride geçmek istediğini, bu nedenle orta şeritte bulunan aracın arkasından sol şeride geçtiğini, arkadan gelen araçların kendisine sellektör yapması üzerine tekrar aracını orta şeride geçirdiği sırada arabanın arkasının kayması ve yolun ortasında iki kez dönmesi üzerine aracı kontrol edebilmek düşüncesi ile önce gaza basmaya devam ettiğini, ancak aracı toparlayamayınca frene bastığını beyan ettiği; kovuşturma aşamasında yapılan keşfe katılarak yapılan canlandırma sonucu düzenlenen 07.06.2019 tarihli bilirkişi raporunda, sanığın, en sağ şeritte bulunmasına rağmen en sol şeride geçme hamlesi ve tekrardan en sağ şeride geçme hamlesinde bulunmak suretiyle, art arda şerit değiştirerek makas tabir edilen manevra hareketlerini gerçekleştirdiğinin, otomobilin savrulmanın sonunda hız düşümü ile çarpışmanın etkisinde takılı kalan 102 km/saat hızı gösterir ibre çizgisinin çok üzerinde bir hızdaki seyrinin devamında, kontrolsüz şerit değiştirme hareketlerinin sonucunda sağa ani manevra hareketinin ile aracını sola doğru düz yol şeridi üzerinde toparlayamaması neticesinde mevcut savrulma ve çarpma eylemi şeklinde kazanın gerçekleştiğinin belirtildiği; tüm bu tespitlere göre, olay anında güvenli sürüş yeteneğini kaybettirecek şekilde 1.07promil alkollü olan sanığın, seyir güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde art arda şerit değiştirmek suretiyle makas tabir edilen manevra hareketlerini gerçekleştirmesi sonucu kazanın meydana gelmesine sebebiyet verdiğinin anlaşılması karşısında, bilinçli taksir kabul edilen birden fazla kural ihlalini gerçekleştiren sanık hakkında belirlenen temel cezanın, TCK’nın 22/3. maddesi gereğince alt sınırdan uzaklaşılarak arttırılması gerekirken, TCK’nın 22/3. maddesi gereğince arttırım miktarının alt sınırdan ve eksik belirlenmesi;
3-Dosya içerisinde yer alan sürücü belgesi bilgilerine göre sanığın aynı belge numarası altında B, B1, D1, F, M sınıfı sürücü belgesinin bulunduğu, F, B1 ve M sınıfı belgeler ile otomobil kullanılmasının mümkün olmadığı, B sınıfı sürücü belgesi ile otomobil kullanılmasının, D1 sınıfı sürücü belgesi ile de minibüs ve otomobil kullanılmasının mümkün olduğu, sanık hakkında TCK’nın 53/6. maddesindeki hükümlerin uygulanmasına karar verilirken, yargılamaya konu kazayı idaresindeki otomobil ile yaptığı, bu nedenle sanığın somut olaya konu taksirle öldürme suçu sebebiyle F, B1, M sınıfı sürücü belgelerinin geri alınamayacağı gözetilmeden ve sanığa ait sürücü belgesinin sınıfı belirtilmeden, ilgili madde hükmünün amacına aykırı şekilde sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilmesi;
Kanuna aykırı olup, sanık müdafii ile katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, açıklanan nedenlerle isteme aykırı olarak, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda 15.10.2019 tarihli, 2019/4176 Esas – 2019/1746 Karar sayılı ”istinaf başvurularının esastan reddine” dair hükmünün, 5271 sayılı CMK’nın 302/2. madde ve fıkrası uyarınca BOZULMASINA; bozma kararı doğrultusunda işlem yapılmak üzere 5271 sayılı CMK’nın 7165 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 8. maddesi ile değişik 304/2. maddesi uyarınca, dosyanın gereği için Bursa 7. Ağır Ceza Mahkemesine; kararın bir örneğinin de Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine iletilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na GÖNDERİLMESİNE; 04.06.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Seçimlik haklar; ayıplı mal veya hizmet karşısında tüketicinin mağduriyetinin önüne geçmek adına sahip olduğu, yenilik doğurucu niteliği haiz haklardır. Yürürlükteki düzenleme çerçevesinde “yenilik doğuran hak” niteliğindeki seçim hakkının, satıcının muvafakatine ve mahkeme kararına gerek olmadan alıcının tek taraflı ve karşı tarafa varması ile sonuç doğuran irade açıklamasıyla kullanılabileceği hususu tereddütsüz kabul edilebilecektir.
Satın almış olduğu malda mevcut ayıba ilişkin maddi şartlar gerçekleşmiş ve gerekli şekil şartlarını yerine getirmiş olan tüketiciye, satıcıya karşı tefekkül hükümlerini yürütebilmesi için uğranılan zararların giderilmesi kapsamında haklar tanınmıştır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 227/I hükmünde alıcının sahip olduğu seçimlik haklar şu şekilde sıralanmıştır:
Tüketici aldığı bir mal veya hizmette yukarıda tanımlanan şekilde bir veya birkaç ayıp ile karşılaştığında ne gibi hukuki yollara başvurabilir?
Kanun bu gibi durumlarda kademeli bir başvuru sistemi öngörmüştür. Ayıplı bir mal veya hizmet ile karşılaşan tüketici öncelikle sahip olduğu seçimlik haklar ile söz konusu ayıbın giderilmesi için satıcı ile temasa geçebilir. Bu şekilde sorun çözülemiyor ise ve diğer şartlar da var ise tüketici, Tüketici Hakem Heyeti’ne veya Tüketici Mahkemesi’ne başvurarak hak talebinde bulunabilecektir. Belirtmek gerekir ki tüketici seçimlik haklarından birini doğrudan hakem heyeti veya mahkeme kanalı ile de kullanabilir.
Tüketici TKHK hükümleri çerçevesinde sahip olduğu haklar bir yana ayıplı mal veya hizmet sebebiyle zararının daha fazla olduğunu ispatlayarak genel hükümlere göre tazminat talebinde bulunabilir. Örneğin bir evin elektrik tesisatını onaran ancak bu onarımı gerektiği gibi yapmayan ve evdeki bütün elektrikli aletlerin yanmasına sebep olan elektrikçiden yanan elektronik aletlerin bedeli de talep edilebilir.
TBK ve TKHK’da düzenlenen ayıptan doğan sorumluluk ve tüketicinin/alıcının seçimlik hakları birbirine benzer düzenlemeler içermektedir. TKHK, TBK’ya göre sorumluluk ve ispat açısından tüketici lehine düzenlemeler içermektedir. Hak kaybı yaşanmaması için hangi kanunun uygulama alanı bulacağı hususunda gerekli değerlendirmenin yapılması gerekmektedir.
Ayıplı Mal Davası
Özet : * davacı, ıslah dilekçesi ile; davacının ayıpsız misli ile değişim talebinden vazgeçerek seçimlik hakkını satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinden indirim talebi yönünde değiştirmiş olduğu anlaşılmaktadır. Davacı dava dilekçesi ile talebini dava konusu otomobilin ayıpsız misli ile değişimi olarak göstermiş olup daha sonra verdiği ıslah dilekçesi ile talebini bedel indirimi yönünde açıklamış ve değiştirmiştir.
* tüketici; bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Açıklandığı şekilde tüketici seçimlik haklarından herhangi birisini kullanabilecektir.
Yargıtay
13. Hukuk Dairesi
Esas : 2016/15694
Karar : 2019/763
Karar Tarihi : 29/01/2019
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Tüketici Mahkemesi
Taraflar arasındaki ayıplı mal davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR
Davacı, 31.07.2013 tarihinde davalıdan dava konusu otomobili satın almış olduğunu, dava konusu aracın bagaj kapağının iç kısmında macun kopması kaynaklı ayıplı olarak kendisine teslim edildiğini ileri sürerek halihazırda gizli ayıplı olan dava konusu aracın ayıpsız misli ile değişimine karar verilmesini istemiş; yargılama sırasında davasını ıslah etmek suretiyle seçimlik hakkını satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinden indirim talebi olarak değiştirmiştir.
Davalı dava konusu aracın ayıplı olmadığı gerekçesiyle davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece; davanın reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı tarafça temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının aşağıdaki bendin dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Mahkemece, dosya kapsamında görüşüne başvurulan bilirkişilerin dosyaya kazandırdığı kök ve ek raporlara da dayanılmak suretiyle ve ufak çaplı boya hasarının mevcut haliyle yada yapılacak işlemler sonrası araçta değer düşümü yaratacak nitelikte olmamasının yanı sıra araçtan beklenilen faydalanma üzerinde de etkisi bulunmadığından dava konusu aracın ayıplı olmadığı, aracın yenisi ile değiştirilmesi şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddi cihetine gidilmiş olduğu ve devamında hüküm fıkrasının dört numaralı bendinde “Davalı taraf kendisini bir vekil marifetiyle temsil ettirmiş olduğundan karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan …Ü.T uyarınca 5.832,78 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalı tarafa verilmesine,” karar verildiği anlaşılmaktadır.
Dosyanın incelenmesinde; davacı vekili tarafından dosyaya sunulmuş bulunan 06.06.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile; davacının ayıpsız misli ile değişim talebinden vazgeçerek seçimlik hakkını satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinden indirim talebi yönünde değiştirmiş olduğu anlaşılmaktadır. Davacı dava dilekçesi ile talebini dava konusu otomobilin ayıpsız misli ile değişimi olarak göstermiş olup daha sonra verdiği ıslah dilekçesi ile talebini bedel indirimi yönünde açıklamış ve değiştirmiştir. 4077 sayılı yasanın 4. maddesinde, malın ayıplı olması durumda tüketicinin seçimlik hakları düzenlenmiştir. Bu seçimlik haklarda tüketici; bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Açıklandığı şekilde tüketici seçimlik haklarından herhangi birisini kullanabilecektir. Mahkemece her ne kadar davalılar bakımından hükmün 4 numaralı bendi ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereği 5.832,78 TL vekalet ücretine hükmedilmiş ise de karar tarihi itibariyle tarifede gösterilen maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, vekalet ücretinin hatalı olarak nispi oran üzerinden hesaplanması ve yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Ne var ki, yapılan bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden kararın düzeltilerek onanması usulün 438/7 maddesi gereğidir.
SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz eden davacının ikinci bent kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle gerekçeli kararın hüküm başlıklı bölümünün dördüncü bendinde yer alan “Davalı taraf kendisini bir vekil marifetiyle temsil ettirmiş olduğundan karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan …Ü.T uyarınca 5.832,78 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalı tarafa verilmesine,” cümlesindeki “5.832,78” rakamlarının hükümden çıkarılarak yerine “750,00” rakamlarının yazılmasına, hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, HUMK’nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 29/01/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Karşılıklı boşanma yani Anlaşmalı boşanma davası, makalemizde ayrıntılarıyla açıklanacağı üzere, her iki tarafın boşanmanın tüm sonuçları hakkında özgür iradeleriyle anlaşarak evlilik birliğini sona erdirmesidir.
Çekişmeli boşanma davası ise, taraflar arasında boşanmada hangi tarafın kusurlu olduğu, maddi ve manevi tazminat, nafaka, velayet, ev eşyalarının paylaşımı vb. gibi konularda çekişmenin yaşandığı bir dava türüdür. Çekişmeli boşanma davası, genel veya özel boşanma sebepleri olmak üzere iki kategorik sebebe dayanılarak açılabilir.
Taraflar evliliğin yürümediğinde hem fikir olup boşanma kararı aldıklarında izlemeleri gereken yol anlaşmalı boşanma davası açmaktır. Anlaşmalı boşanma davası ile birlikte taraflar süreci çok daha hızlı şekilde, maddi ve manevi daha az kayıplarla atlatabileceklerdir. Anlaşmalı boşanma için gerekli temel koşul evlilik birliğinin 1 yıl devam etmesidir. 1 yıldan kısa süren evliliklerde anlaşmalı boşanma istenemez.
Örneğin evlilik birliği 8 ay devam etmiş ve çekişmeli boşanma davası açılmışsa, 1 yıllık süre geçmiş dahi olsa o davada artık anlaşmalı boşanma istenemez. 1 Yıllık süre dolduktan sonra ayrı bir anlaşmalı boşanma davası açılarak karar verilmesi sağlanmalıdır.
1 yıllık süre ön koşulunu sağlayan her çift anlaşmalı boşanma yolunu seçebilir.
Anlaşmalı boşanma davası başta olmak üzere aile hukuku ile ilgili tüm davalara Aile Mahkemesi bakar. Dolayısıyla 4787 kanuna göre anlaşmalı boşanma davasında yetkili ve görevli mahkeme Aile Mahkemeleridir. Ancak eşlerin ikamet ettiği bölgede Aile Mahkemesi bulunmadığı takdirde Aile Mahkemesi sıfatıyla davaya Asliye Hukuk Mahkemesi de bakabilir.
Anlaşmalı boşanma davası ne kadar sürer; boşanma davasına ek olarak maddi manevi tazminat davası açma gibi bir hakkınız da bulunmaktadır. Bu süreç içerisinde evliliğin sizin hayat akışınıza verdiği zararın boyutu ölçüsünde biri maddi tutar talep edilebilmektedir. Maddi manevi tazminat davası açma süreci içerisinde kişilerin yine aynı şekilde karşı tarafın ödeme gücünü de göz önünde bulundurarak talep etmeleri gerekir. Tazminat bir tarafa ödül ya da ceza değildir.
Suiistimallerin ve evlilik boyunca yaşanan hak kayıplarının önüne geçilmesi için özel olarak oluşturulmuş bir prosedürdür. Genel olarak çekişmeli boşanma davalarında bu tip ek davalar da açılmaktadır. Siz talepte bulunmadan mahkemenin maddi manevi tazminat konusunda bir hükümde bulunmayacağını da bilmeniz gerekiyor.
Eşlerin dinlemesi şartı anlaşmalı boşanma için büyük önem taşımaktadır. Eşlerin anlaşmalı olarak boşanmaya yönelik beyanlarının açık ve anlaşılır olması şarttır. Hakim, eşlerin boşanma sebeplerini ve taleplerini tek bir celsede veya birden fazla celsede dinleyebilir. Eşlerin dinlenmesi işlemi, önce ayrı daha sonra birlikte gerçekleştirilir. Eşlere tanınan dinlenme hakkında temsilci kullanılamaz, eşlerin bizzat dinlenmeleri TMK gereğince şarttır.